Taş ve su ne veciz metaforlar

Necati Karataş

Taş-su, donukluk-hayat, korku-bilgi ve dahası soyut olarak Cennet ve cehennem
Alemde bu iki nesne çok uzaktı birbirine. Akmak ve durmak kadar uzaktı. Akışkanlık hayattı; donukluk ve durağanlık ölüm.
Taşın doğası yere ait olmaktır. Tabiatı gereği yükselemez taş, kendi başına hareket edemez. Hareket ancak bitkiler, hayvanlar ve insanların özelliğidir. Yükseğe çıkarılırsa ve kendi doğası ile baş başa bırakılırsa aşağıya düşer taş, aslına meyleder. Bu kulluğa ne güzel bir örnektir, meylini ve acziyetini bilmektir. Belki de bu yönelişleri sebebiyle Allah taşlardan söz ederken “Onların bir kısmı Allah korkusundan düşerler.” buyurmuştur.
Taş kendindeki donukluk, eksiklik karşısında Allah’ın yüceliğini mi biliyor da korkuya kapılıyor? Gerçi bu taşların menzili, bizim taşlaşmış kalplerimizden de yücedir belli ki. Öte yandan hakikatte, el-Ali (Yüce) olan Allah’tır. Belki de taş, yükseklikte Hakk’tan çekinir de yere meyleder. Allah da onun bu tavrını korkmaktan saymıştır.
Allah, taşları suların çıkış yeri yapmıştır. Su, tabiatta ki bütün varlıkların hayat kaynağıdır. Bu sebeple Allah taşı seçmiş, ondan suyu ve hayatı fışkırmıştır. “Taşların bir kısmından da sular fışkırır.” Taştaki kasvet ve katılık karşısında sudaki letafet ve akışkanlık... Ne enteresandır ki taş bulunduğu yerden ayrılmak istemeyen katı bir varlık iken hayat membaı oluyor demek ki. Taş korkuyor, düşüyor merkezine, aslına ve su/hayat da çıkıyor ondan. 
İbadet ve mabedler, bu korkunun forma sokulmuş sistemleridir. Asıl olan bu haşyeti yakalamaktır.  Peki bu haşyeti yakalamayanlar kimler
Onlar ibrahim için odun tutuştururken, iman eden sihirbazların ellerini ayaklarını çapraz kestiler, Ashab-ı Uhdud’u ateşe atarak, kölelerin sırtını kamçıladılar, Sümeyye’ye çölde işkence ettiler, kızlarını diri diri gömerken imtina etmediler
Kabe’de Rahman Suresi’ni okuyanı öldüresiye dövdüler, ‘Rabbim Allah’tır’ diyeni döverken, putların taş olduğunu söyleyeni evlatlıktan reddettiler.
İstiklal mahkemelerini kurdular insanları darağacında acımasızca salladılar.
Mesela, 12 yaşındaki Filistinli Muhammed’i, babasının kucağında öldürdüler. Teröristler nice ormanları ateşe verir, “yazıklar olsun” bile  demediler. Başını örten, sakal bırakanlara tercih etme haklarını kabullenemedikleri için hep çıkış kapısını işaret ettiler. Bosna’da insan avına çıkan canilere gözlerini yumdular. Birçok yabani hayvanı çok su tüketiyorlar diye katlediler. Sonra da bayramlarda kurban kesiyoruz diye hepimizi topa tutular. 
Bizi bir türlü kabullenemediler. Hep önde olmak istediler. Arayı açmak için çelme taktılar, tuzak kurdular. Koştular, hatta uçtular.
Sonuç mu?
“Ey doğru yoldan sapan ve hakkı yalanlayanlar! Siz, cehennemde mutlaka zakkum ağacından yiyeceksiniz. Karınlarınızı onunla dolduracaksınız. Üzerine de susuz devenin içmesi gibi kaynar su içeceksiniz.” (Vakıa 56/51-55)
İşte veciz metaforlar: taş-su, donukluk-hayat, korku-bilgi ve dahası soyut olarak Cennet ve cehennem
Kalın Selametle

Paylaş: