Kur’an’da Sahih Bilgi Anlayışı

M.Furkan Aslan

 

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

‘’Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme; çünkü kulak, göz ve kalp hepsi ondan sorumludur…’’(İsra, 36)

 

İlahi vahiy, nüzul olunduğu sıralarda dönemin toplumunda sahih bilgi, rastlanamayacak düzeyde düşüktü. Hurafeler, batıl itikatlar/inançlar ve mitolojik tabular birey ve toplum üzerinde hakim idi. Buna ek olarak bir de ‘’ataların/öncekilerin öğretileri…’’ diye aktarılan sapkın totemler ciddi şekilde gündemdeydi.

Kur’an’ı Kerim ise bu görüşler karşısında müstakim bilgi düzeyinin ölçüsünü temellendiriyordu. Dikkatlerin yalnızca sahih bilgi etrafında toplanması gerektiğini vurguluyordu. Zan/sanı/şek/şüphe gibi hakikaten yana hiçbir şey ifade etmeyen yığınlardan yüz çevrilmesi gerektiğini buyuruyordu.

Müşriklerin/muannidlerin uydurduğu her türlü akıl ve fıtrat dışı argüman, tek bir ayet ile adeta yok ediliyor. Yerine İlahi Bilginin en sahih/gerçekçi buyruğu açıklanıyor.

Bu sahih öğreti, birey ve toplumun ahlaki, hukuki, idari ve siyasi tüm boyutlarını içerisine alarak sosyal hayatın tüm yönlerini ‘’Sahih Bilgi Anlayışı’’ çevresinde şekillendirmeyi amaçlamaktadır.

Kur’an’ı Kerim, bu ikaz ile birey ve toplumları haksızlık ve hukuksuzluktan sakındırmak için ciddi şekilde araştırma/soruşturma/tedkik etme/kavrama/analiz ve gözlem gibi bilginin her türlü basamağının incelenmesini emretmektedir.

Yeryüzünde yapılan haksızlık ve hukuksuzlukların başında gelen sebeplerden biri de kişilerin zann ve tahminini, hakikat olarak sanmasıdır. Halbuki ayet-i kerime, ‘’Zann, hakikat adına hiçbir şey ifade etmez’’(Necm,28) diye buyurmaktadır. Bununla beraber doğru bilgi anlayışından uzak toplum ve bireylerin, cehaletleri yüzünden abes ile iştigal edip zulüm eden kimseler olduğu hakikati de İlahi mesajda önemle vurgulanmaktadır, ‘’ O zulüm edenler, doğru bilgiye dayanmaksızın, nefsani arzularının peşine takılıp gittiler…’’(Rum,29) Bu ayetler, insanın eğitim aşamasında sahip olduğu bilgileri, gerçeklik/sahihlik süzgecinden geçirmesi gerektiğinin önemine de işaret etmektedir.

Kur’an’ı Kerim, aynı zamanda birey ve toplumun refahını öngörerek bilmedikleri konu üzerine tartışmalarını da uygun görmemiştir.’’…hiçbir bilginiz olmadığı şey hakkında nasıl olur da münakaşaya girersiniz!?’’ (al-i İmran,66). Çünkü sahih bilgi anlayışının bulunmadığı birey ve toplumların müzakerelerinde, hayr ile neticelenecek bir sonuç yoktur. ‘’Onlar, birbirlerine dönmüş ve birbirlerine suç atıyorlar/sitem ediyolar..’’(Saffat, 27)

Geçmiş topluluklara/kavimlere, Peygamber gönderilmesinin sebeplerinden biriside, söz konusu kavme İlahi Mesaj aracılığıyla bilgiyi en doğru ve sahih bir biçimde ulaştırmaktır. ‘’Nitekim içinizden size bir peygamber gönderdik. O size ayetlerimizi okuyor, sizi temizliyor, size kitabı ve hikmeti öğretiyor; size bilmediğiniz şeyleri de öğretiyor..’’(Bakara, 151) Burada şu noktaya da dikkat etmek gerekmektedir:

İlahi öğretinin toplumlar ile paylaştığı bilgi düzeyi, iki şekilde gerçekleşiyor. Birincisi, o toplumun hiç bilmediği, hakkında herhangi bir malumatları olmadığı şeyleri kendilerine öğretmek. İkincisi, o toplumun batıl/hurafe içeren bilgilerini –ki bilginin bu çeşidine ‘esatir’ de denir- düzeltme, sapkın tabuları ve totemleri yıkıp yerine temiz, sahih ve fıtri bir bilgi anlayışı tesis etmeyi amaçlar. Yani birinde bilgi direk verirken, ötekisinde bir İnkılap yapılmaktadır.

Nitekim Kur’an’ın Kerim’e göre bilgi, yüklenildiği kişiyi sorumluluk sahibi yapar. Yani o sahih bilgi anlayışı, kişiyi birey ve toplumdan ayrı, özel ve kutsal bir sınıfa katmaz. Aksine, kişiye daha da ciddi bir mesuliyet hamleder. Öyle ki, bu yükümlülük yerine getirilmediği, yani bilginin hakkı verilmediği takdirde, bunun olumsuz karşılığının olacağını da vurgulamaktadır.’’…Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (arzu ve tutku)larına uyacak olursan, senin için Allah’tan ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.’’ (Bakara, 120)

Bunların yanı sıra İlahi Mesajda şöyle bir tasnife de gidilmektedir. Dünyevi/çıkarcı/hesapçı aklın getirdiği heva/heves/arzu üzerine kurulu bilgi düzeyi ile sahih ve mazbut bir temelle dayanan bilgi düzeyini, bir misal üzerinden ele alıp veciz bir surette açıklıyor. Söz konusu misalde,’’ Karun, her türlü dünyevi güç ve servetini üzerinde bulundurarak halkının karşısına çıkınca, serkeşçe dünya hayatını isteyenler, Karun’un dünyevi ihtişamına takılıp şöyle söylemektedirler, ‘’Keşke Karun’a verilenler bize de verilseydi. Hakikatten o çok büyük şans sahibidir’’ fakat buna karşılık kendilerine muhkem/sahih/dayanıklı ilim/bilgi verilenlerde şöyle demektedirler, ‘’Yazıklar olsun size! İman edip Salih amel işleyen için Allah’ın vereceği karşılık, (Karun’a verilenden) daha hayırlıdır…’’ (Kasas, 79-80) 

İlahi Vahiyde bilgi, salt herhangi bir zümreye/topluluğa bağlı değildir. Yani sahih bilgi, her türlü tekelleşmeden uzaktır. Uçsuz ve bucaksızdır. Çünkü her zaman bir ilerleme halindedir. Kuru ve stabil değildir. Aksine dinamik ve hareket halindedir. Buna felsefe dilinde ‘’kümülatif’’ denilmektedir. Yani bilginin düzenli bir şekilde artması, ilerlemesi her zaman bir seyr halinde olması. Dolayısıyla daimi olarak bir bilginin ötesinde başka bir bilgi, her bilgenin üzerinde başka bir bilgin bulunmaktadır.’’…her bilgi sahibinin üzerinde daha iyi bilen vardır.’’(Yusuf, 76)

Kitab-ı Mecid, kendi öğretisi altında aktardığı sahih bilgi düzeyine karşın, umum muarızlarına meydan okumayı da ihmal etmemiştir. Her düzeyde bulunan muhaliflerine konu ile ilgili çağrılarda bulunmuştur. (İsra, 88; Tûr, 34; Hûd, 13; Yunus, 37-38; Bakara, 23…)

VE fakat o çağrılar, nüzul olunduğu günden bu yana cevap bulmamakla birlikte kıyamet gününe kadar da cevap bulamayacaktır.

Bir sonra ki hasbihalimizde görüşmek üzere…

Hâyırla kalınız…

Paylaş: