Medeniyet ve Modernizm: Mısır Piramitleri

M.Furkan Aslan

Merhum Ali Şeriati, ‘’Medeniyet ve Modernizm’’ isimli eserine, ‘’Ne yazık ki modernizm, biz Avrupalı olmayan uluslara medeniyet adı altında empoze edilmiştir..’’ diye başlıyor. 

Üçüncü dünya ulusları için -yani biz Avrupalı olmayan uluslar- medeniyet idealinden anlaşılan, olması gereken değil / Avrupalı insanın olmasını istediğidir. Tarihsel olarak hep dayatılma yoluyla kendileri üzerinden hesaplar yapılan mazlum / mustazaf toplumların akıbetini bir seyahat ile gözlemleyen Merhum müellif, dünyada bulunan önemli yapıtları ziyaret etmek ister. Mısır Piramitlerini ziyaret ettiği sırada, adeta içsel bir travma geçirir. Geniş ufku ve tarih felsefesi birikimi ile manen piramitlerin yapım yıllarına gider. VE piramitleri cebren inşa eden kölelere bir mektup yazar. Mektubun başlığı bile ilgi çekicidir:
‘’MAZLUM İNSANLARIN DERDİ İLE İLGİLENEN
 BİR MÜSLÜMANIN İZLENİMLERİ’’
‘’Sınıfım, tarihim ve toplumum ile ilişkili olduğu için bu olay ilgimi çekiyor’’ diyerek tarihsel gözlemini/hüznünü başlıyor anlatmaya:
Geçen yaz Afrika’ya gidişimde Mısır piramitlerini görmek istedim. Çevresinin çok geniş olması nedeniyle, medeniyetin bu büyük anıtı düşüncelerimi meşgul ediyordu. Geçmişin yedi harikasından birini görmek için acele ediyordum.
Kulağımı dört açarak dinlemeye başladım kılavuzumun anlattıklarını. Altısı büyük üçü küçük bu piramitlerin yapılması için sekiz 800 milyon taş kütlesi, içine mumyalanmış Firavun cesetlerinin konacağı bir binanın yapılması için Kahire’ye 980 millik bir yerden getiriliyor! İçerde, beş mermer kütlesinden yapılmış mezarlar var…
Bu harika işe şaştım kaldım. Üç-dört yüzyıllık bir aradan sonra, oraya buraya serpiştirilmiş taşlar gördüm. ‘Bunlar ne?’ diye sordum kılavuzuma. ‘Hiç’ dedi, ‘birkaç taş kütlesi işte.’ Yüz millerce uzaklıktan ağır taşları getiren 30 bin köleden bir günde yüzlercesi bu ağır yükün altında eziliyormuş. İşte ne olduğunu sorduğum o taş kütlelerinin olduğu yerde gömülüymüşler. Köle olduklarından öylesine değersizlermiş ki bir hendeğe yüzlercesi birden gömülüyormuş. Ölmeyenlerse, bu ağır yükü taşımak zorunda kalıyorlarmış. Tuz buz olan köleleri görmek istediğimi söyledim kılavuzuma.
Haykırırcasına cevap verdi: ‘Görülecek ne var ki!’ Firavunun emriyle piramitlerin yanına gömülen kölelerin mezarlarını gösterdi eliyle; bedenleri gibi ruhları da köle olarak kullanılsın diye böyle yapılmış.

Binlerce yıl atalarıma yapılan zulme karşı içimde bir nefret ateşi yanmaya başladı. Bütün şu topluca hendeklere gömülen insanların, bir zamanlar benim duygularımın aynısıyla dolu olduklarını düşündüm. Gezimi bitirip döndükten sonra, onlardan birine, geçen 5 bin yılda neler olduğunu anlatmak için bir mektup yazdım. O, bu bin yıllar içinde yaşamıyordu, fakat hangi şekil ve ad altında olursa olsun, kölelik yine vardı, yine sürüp gidiyordu.

Kılavuzumdan beni yalnız bırakmasını rica ettim. Sonra mezarların yanına varıp oturdum, bu hendeklere gömülen insanları öylesine yakın buluyordum ki kendime; aynı soydan, ırktanmışız gibi geliyordu bana. Aynı coğrafi bölgelerden geldiğimiz, fakat bu ayrımların insanlığı gruplara bölmek için bir temel olarak görülemeyeceği doğrudur. Zaten bu olgudan el ve akraba kavramları doğdu. Sınıflandırma ve ırklara göre ayrım yapma gibi şeylerle ilişkim yok benim; bu nedenle, bu mazlum ruhlara karşı yalnızca sempati ve sıcak duygular besliyorum. 
Yeniden baktım piramitlere, bütün görkemli görünümlerine rağmen öylesine yabancı ve uzaktım ki onlara, bir başka söyleyişle, tarih boyunca, benden önce gelenlerin kemikleri üzerinde yükselen büyük medeniyet anıtlarına karşı korkunç bir nefret duydum! Benden öncekiler, büyük Çin Seddi’ni de ördüler. Sırtlarına yüklenen yükü taşıyamayanlar ağır taşlar altında ezilerek, taşlarla birlikte duvara kondular. Böyle böyle yapıldı büyük medeniyet anıtları, atalarımın etleri ve kanları pahasına!

Lanetledim medeniyeti… Oturdum ve ona şunları yazdım:
Ey dostum, sen öldükten sonra büyük değişiklikler oldu. Firavunlar ve tarihin azman güçleri görüşlerini değiştirdiler. Sevindik buna. Önceden, ruhların sonsuz olduğuna ve bu nedenle de, eğer ceset korunursa, ruhun cesetle olan ilişkisini sürdüreceğine inanıyorlardı. Bundan dolayı, bize bu büyük, fakat azap veren binaları yaptırdılar. Ama şimdi, daha çok akıllandılar. Ölümü daha fazla düşünmüyorlar artık. Müjdeler olsun! Bu eski inançlardan vazgeçtiler. Mezar yapmak için, yüz millerce uzaktan 800 milyon taş kütlesi taşımaktan kurtulduk.
Ey dostum, ne yazık ki, bu mutlu haberin ömrü kısa oldu! Sen bu dünyadan göçtükten sonra, bizi işçi yapmak için yeniden ülkelerimize ayakbastılar. Bir kez daha ağır yükleri taşımak zorunda kaldık; fakat mezarları için değil, artık buna pek önem verdikleri yok. Bu kez, sarayların yanlarına neslimizin gömüldüğü kocaman kocaman sarayları için…
Ey dostum; evrenin yarısını, belki de tamamını kontrol altında tutan bir düzenin egemen olduğu bir toplumda yaşıyorum. İnsanlık, yeni bir kölelik kalesine sürülüyor. Her ne kadar fiziki bir kölelik içinde değilsek de, gerçekte sizinkinden daha kötü bir kaderimiz var. Düşüncelerimiz, kalplerimiz ve irade gücümüz köleleştirilmiş. Sosyoloji, sanat, eğitim, kazanma özgürlüğü, sömürü sevgisi ve kişi sevgisi adına, hedeflere inanma, insani sorumluluklara inanma ve kendi düşünce ekolümüze inanma, hepsi tamamen kalplerimizden çekilip alındı! Düzen, içine ne konursa alan boş kaplara çevirdi bizi!..
Ey Dostum! Modern köleler, taksitle yaşayıp borçla ölüyorlar…’’
DİPNOT: Söz konusu mektup uzun olması hesabı ile tamamını yazımıza alamadık. Dileyenler Merhum Dr. Şeriati’nin ‘’Medeniyet ve Modenizm’’ isimli eserinde mektubun tamamına ulaşabilirler.

Bir sonra ki hasbihalimizde görüşmek üzere..
Hâyırla kalınız…

Paylaş: