BATININ VAHŞİ YÜZÜ: KIZILDERİLİLER KATLİAMI

M.Furkan Aslan

‘’Onlar (Kızılderililer);

Kötülüğü tanımıyorlar, herhangi birinden bir şeyler istenildiğinde hemen veriyorlar..’’

(1492, Kristof Kolomb, Amerika Kıtasındaki ilk gözlemi)

Amerika Kıtası, 12 Ekim 1492’ye kadar, yeryüzünün envai çeşit medeniyetlerine ev sahipliği yapmış, yüzlerce ırkı, dili ve etnik kökeni kendi içerisinde barındırmış ve doğayı, tabiatı, insanı ve toplumu yakıp yıkmadan insanca bir arada tutan kültürler bileşkesiydi.

Ta ki Batı’nın, İtalyan Seyyah ve Denizci Kristof Kolomb üzerinden bu kıtayı keşfetmesine kadar…

Amerika kıtasının yerli halkının, gerek Kolomb'a gerekse ondan sonra gelen diğer Avrupalılara karşı gösterdiği misafirperver ve cömert tavır onları adeta büyülemişti.

Kristof Kolomb, seyahatleri boyunca bir seyir günlüğü tutmuştu. Bu günlük çok şey açıklıyordu. Bahamalarda karaya çıktığında, kendisini ve adamlarını iyi niyetle karşılayan Kızılderililerden söz ediyordu. Bunlar, Tainolar diye de adlandırılan Arawak yerlileriydi. İspanyolları başka dünyalardan gelmiş yaratıklar gibi gören Kızılderililer, sığ kıyıda, denizde yürüyerek teknelere yaklaşmış, ilk karşılaştıkları yabancılara çeşitli hediyeler sunmuşlardı. Kolomb, Arawakların barışçı ve yumuşak huylu insanlar olduğunu yazıyor ve 'silah taşımıyorlardı' diyor. 'Silahın ne olduğunu da bilmiyorlar. Onlara bir kılıç gösterdim, keskin tarafından tuttular ve ellerini yaraladılar.' Sonraki aylar boyunca Kolomb, günlüğünde yerli Amerikalılardan saygılı bir hayranlıkla söz ediyor: 'Bu yerliler, dünyanın en iyi, en nazik insanları, ' diye yazıyor. 'Kötülüğün ne olduğunu bilmiyorlar, çalmıyorlar, öldürmüyorlar. Komşularını, kendileri kadar çok seviyorlar.Dünyada onlar kadar tatlı dilli insanlar yoktur. Her zaman gülüyorlar.’’

İspanyol Tarihçi Las Cesas, şöyle tarif ediyor Kızılderilileri:

Dünyadaki en uysal, en sabırlı, en barışçı ve en sakin insanlardı. Gürültüsüz patırtısız, ne sinirli ne de kavgacı; kırgınlıktan, nefretten, intikam arzusundan uzaktılar. İnce, narin, kırılgan bir yapıları vardı; işlerini güçlükle yapabiliyorlar, herhangi bir hastalıkta da kolayca ölüyorlardı. Bizde, zenginlik ve tatlı bir hayat içinde yetiştirilen prens ve soylu çocukları bile onların köylülerinden daha narin değildir.

Günlüğün başka bir bölümünde yazılanlar, bu bölge halkının başına gelecek musibetlerin habercisidir:

Kolomb, İspanya'daki patronlarından birine, yerlileri tanıtmak için şöyle bir mektub yazıyor:

 'Son derece sade, dürüst ve aşırı düzeyde eli açık insanlar. Herhangi birinden, sahip olduğu herhangi bir şey istenince, hemen veriyorlar. Başkalarına olan sevgileri, kendi özlerine olandan çok daha fazla. Ama bu övgüleri sıralayan Kolomb, günlüğün bir yerinde de, barbar Batı’nın iştahını kabartacak şu cümleleri yazıyor:

'Bunlardan çok iyi hizmetkâr olur. Sadece elli adamla bütün bu yerlilerin hepsine kolayca boyun eğdirebiliriz ve her istediğimizi yaptırabiliriz.'

Herkesin olanakları ölçüsünde kendi rızasıyla verdiği onlara yetmedi. Yerliler zayıftı çünkü genelde ihtiyaç duydukları ve az bir çabayla ürettiklerinden fazlasını ellerinde tutmazlardı. Evet, Batılılara verdikleri hediyeler yetmedi, yetmeyecekti de. Nitekim emperyal zihniyetler, kan emici canavarlar misalidir. Şükran duygularının yerini sömürü kafası almıştır.

Yerli halk, bu yeni tanıştığı misafirlere topraklarını açtı, yiyeceklerini paylaştı ve altın süs eşyaları hediye etti. Avrupalılarsa, Amerika'ya, salgın hastalık, yağma ve ölüm getirdiler. 1492'de Amerika kıtası, yeryüzünün gördüğü en trajik alışverişlerden birine sahne olmuştur. Yerliler altın, yiyecek ve toprak verdiler, karşılığında salgın hastalık, yağma ve ölümle ödüllendirildiler. Avrupalılar, altın olarak istediklerini elde edemediler fakat yine de kendilerine çok kazanç getirecek başka bir yol buldular: Köle ticareti! Tıka basa gemilere bindirilen zavallı Kızılderililerin pek çoğu yolda soğuktan ve hastalıktan öldü.

Evet…

ABD kıtasının tek yerli halkı: KIZILDERİLİLER!

500 milleten ve 300 farklı dil/kültürden oluşan büyük bir toplum…

Şu anda sayısı bir milyarı aşan bir kıtanın tamamının tek bir yerli halkı mevcuttur. Gerisi, 400-500 yıl gibi kısa bir geçmişe sahip, ataları işgal ve tuğyanlık ile o bölgeleri ele geçirmiş kitlelerdir!

Gelelim vahşi Batı’nın bu mazlum insanların başına getirdiği soykırımlara…

İlk büyük çaplı katliam, 1539 Napituca Katliamı ile başlayıp ta ki 1911’de Kızılderili kabile olan Şoşoni katliamına kadar devam eder. Yaklaşık 400 yıllık bir katliam, soykırım, vahşet..

Avrupalılar buraya -necis- ayaklarını bastıkları vakit, takriben 50 ile 30 milyon arası Kızılderili yaşıyordu. Bu sayının 70 milyon olduğunu belirten tarihçilerde mevcuttur. Fakat bu nüfus, 40 yıl gibi kısa bir süre içerisinde 4 milyona iniyor!

Bu süre zarfında yapılan vahşetlerin, barbarlıkların ve yıkımların tarihte eşine rastlanılmamıştır. Ekonomik, askeri, insani, kültürel, sosyal… Aklımıza gelebilecek her yönden, ki buna adaya Batılılar tarafından sokulan salgın hastalıklar dahil, emperyalizm bu toprakları katliamlar ile kendi tasallutu altına almıştır. İnsanlıktan nasibi olmayan barbar emperyalistlerin yaptıklarını sadece birkaç örnek ile belirtelim.

Yazımızın başından itibaren İspanyol Tarihçi Bartolome De Las Cesas’ın ‘’Kızılderililer Nasıl Yok Edildi?’’ isimli eserini referans aldık. Çünkü müellif, yaşananlara bizatihi tanık olmuştur. Yani birinci elden kaynaklık teşkil etmektedir.

Dönemin şartlarına rağmen insani melekelerini yitirmemiş ve kendi çapında Batılıların ve özelde İspanyolların, Kızılderililere yaptığı zulümlere tepki vermeye çalışan müellifin kaleme aldığı bazı olayları aktaralım:

“Yavaş yavaş yanmakta olan masum yerliler çektikleri acıdan öyle haykırıyorlardı ki o sırada uyumakta olan komutan, gürültüden rahatsız olduğu için yerlilerin boğularak öldürülmesini emretti..”

 ‘’Bir insanı tek bir darbe ile ikiye bölüp bölemeyeceklerine; bir kişinin başını gövdesinden ayırıp ayıramayacağına ya da tek bir balta darbesi ile iç organlarını dışarı çıkarıp çıkaramayacaklarına dair bahse giriyorlardı…’’

‘’Sadece 40 yıl boyunca, kadın, erkek, çoluk-çocuk, 12 milyondan fazla insan Hıristiyanların iğrenç eylemleri ve zorbalıkları yüzünden öldü. Bu rakam kesin ve doğrudur (gerçektir). 15 milyondan fazla kurban olduğunu düşünerek, aslında belki de iyimser bir tahminde bulunmuş oluyorum.’’

‘’Oraya giden ve Hıristiyan olduğunu söyleyen kişiler, bu zavallı insanları yurtlarından zorla çıkarmak ve yeryüzünden silip atmak için başlıca iki yöntem kullandılar. Biri, onlarla haksız, cani, kanlı ve zorba savaşlar yapmaktı. Diğeri ise, önce özgürlüğü arzulayabilecek, umabilecek, düşünebilecek, ya da içinde bulunduğu sıkıntılardan kurtulmayı isteyebilecek herkesi öldürmek (yerli beyler ve erkekler gibi; çünkü savaşlarda genellikle sadece kadınlar ve gençler hayatta bırakılıyordu); daha sonra da, hiçbir insanın hatta hayvanın bile yapmayacağı en ağır, korkunç, hayvani işlerde onları ezmekti. Diğer bütün yok etme şekilleri -çok çeşitliydiler- bu iki iğrenç zorba yönteme dayanır, onda özetlenirler.’’

‘’(batılılar) Köylere giriyorlar, çoluk çocuk, yaşlı, hamile demeden, ağıllarına sığınmış kuzulara saldırır gibi, karınlarını deşiyor, parçalara ayırıyorlardı. Anne sütü emen bebekleri zorla alıyor, ayaklarından tutup başlarını kayalara çarpıyorlardı. Bazıları ise onları yüksekten ırmaklara atıyor, bir yandan da gülerek şakalaşıyorlardı. Çocuklar suya düştüğünde: "Kımıl kımıl oynuyorsun, seni komik şey seni!" diyerek gün geçtikçe daha da iğrençleşiyorlardı. Çocuklarla annelerini ve önlerine çıkan herkesi kılıçtan geçiriyorlardı.’’

‘’Yerliler bu korkunç işkenceler altında, çığlıklar atarak can veriyorlardı. Bir keresinde dört veya beş önemli beyin ızgaralar üstünde yandığını gördüm (sanırım başkalarının da yandığı iki üç çift ızgara daha vardı). Yüksek çığlıklar attıkları için, subayın içi sızlamış veya uykusu bölünmüş olmalı ki boğulmalarını emretti. Onları yakan cellattan da kötü polis memuru (ismini biliyorum, hatta Sevilla'da ailesiyle tanışmıştım), boğmak istemedi. Önce, gürültü yapmasınlar diye kendi elleriyle ağızlarına odun parçacıkları tıktı. Daha sonra istediği gibi yavaş yavaş kızarsınlar diye ateşi körükledi. Yukarıda anlattığım her şeyi ve sayısız daha bir çok olayı gözlerimle gördüm.’’

‘’…Başka bir olay anlatacağım. Anlattığımdan daha zalim ve korkunç mu, yırtıcı hayvanlardan daha fazla vahşetle mi dolu bilmiyorum. Amerika'daki İspanyolların yerlileri öldürüp, parçalamak için eğitilmiş, yetiştirilmiş son derece vahşi ve yırtıcı köpekleri olduğunu söylemiştik. Bütün gerçek köpekler, hatta köpek olmayanlar anlatacaklarımı öğrensin. Böyle bir şey hiç duyulmamış olsa bile... İspanyollar, bu köpekleri beslemek için domuz sürüleri gibi yürüyen zincirlere vurulmuş birçok yerliyi yollara çıkarırlar. Onlar öldürür ve insan eti bulunan halka açık kasap dükkanları işletirler. Birbirlerine: "Bu rezil heriflerden dörtte birini ödünç ver de bir diğerini öldürene kadar köpeklerine yiyecek vereyim." derler. Sanki domuz ya da koyunun dörtte birini değişiyorlardı.’’

Bugün dünyaya ve özelde İslam toplumlarına, medeniyet/kültür/uygarlık bezirganlığı yapmaya çalışan Batı’nın üzerine inşa edildiği uygarlık işte budur. Kendilerini bilim/sanat/edebiyat vb. alanlar üzerinden nazara sunmaya çalışan ve bu yolla insanları dikkatini çeken / kendilerine yönelten anlayışlarının altında, milyonlarca mazlumun kanı yatmaktadır.

Kaldı ki, bugün dahi Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde, geçmişte yaptıklarının aynını ve fakat daha farlı modellerini uygulamaktadırlar. Bugün dünyanın en zengin yer altı madenlerine sahip olan Afrika’da su gibi en temel ihtiyacın bulunamaması; Petrol zengini Ortadoğu ülkelerindeki istikrarsızlığın, savaşın, hastalıkların ve yıkımların olması tesadüfi hadiseler değildir. Yine altında yatan sebepler, Batı’nın şeytani politikaları, ihtirasları, emperyal zihniyetleri, sömürü tutkularıdır..

Yazımızı Rabbimizin İlahi Mesajında, zalimlerin akıbeti ile ilgili buyurduğu iki ayet-i kerime ile noktalayalım:

‘’Sakın Allah’ı zalimlerin yaptıklarından gafil sanma!

Sadece onları gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor!’’(İbrahim 42)

‘’Onlar için cehennem ateşinden döşekler ve üstlerinde de yine aynı ateşten örtüler vardır! İşte biz zalimleri böyle cezalandırırız!’’ (Araf, 41)

 

 

DİPNOT:

Konu ile ilgili daha geniş bilgi edinmek için bizimde kaynak olarak kullandığımız esere başvurabilirsiniz:

(Kızılderililer Nasıl Yok Edildi? Bartolome De Las Cesas, Şule Yayınlar, Çevirmen: Meryem Ural)

Paylaş: