RUHUN İRFANLA YÜKSELİŞİ

M.Furkan Aslan

RUHUN İRFANLA YÜKSELİŞİ

ŞEHİD DR. MUSTAFA ÇAMRAN, arif, edip, bilim insanı, mücadele ve hareket adamı, komutan, akademisyen.

1932 yılının mart ayında Tahran’dan dünyaya gelen Çamran, ilk eğitimini Darul Funun okullarında gerçekleştirdi. Akabinde Tahran Üniversitesi Fen Fakültesinde Elektromekanik dalında sürdürdü. Daha sonra yüksek lisansını Teksas Üniversitende ve Doktora eğitimini de Kaliforniya Üniversitende tamamladı. Elektro-Fizik alanında birçok bilimsel makale kaleme aldı. Bu makaleler muteber bilim insanlarınca takdir edildi.

 Bir üniversite hocasının tabiriyle, Şehid Çamran, Fizik alanında Nobel ödülü almayı hak kazanacak kadar alanında bilgi sahibi idi. Fakat merhum Çamran, tüm dünyevi makam ve unvanları bir köşeye bırakıp, Lübnan/Filistin/İran gibi İslam coğrafyalarında, İslami hareketlerin oluşumunda, sevk ve idaresinde, yer aldı. Bir bilim insanının, yeri geldiğinde cephede bir mücahit olabileceğinin en güzel örneği oldu. Nitekim bereketli ve nurlu hayatını yine bir savaş cephesinde şehadet ile taçlandırdı. 

Kendi alanındaki üst düzey yetkinliği ile birlikte Çamran, felsefe, sanat, irfan, düşünce ve fikirde de bir bilge hükmündeydi.

Fakat biz, muhtevalı hayatının sadece bir cüz’ü olan ‘’RUHUN İRFANLA YÜKSELİŞİ’’ isimli eseri üzerinde duracağız.

Eser, merhum müellifin tam manasıyla ubudiyetten aldığı lezzetin keşfi ve irfani sezgilerini sanatsal ve hikemi olarak aktarılmasıdır.

Ruhun irfana olan ihtiyacı, maneviyata olan eğilimi ve kemale yönelik meyli karşısında fıtratın münacatını dillendiren Şehid Çamran, müşahede makamındaki bir arif misali duygularını ifade etmektedir.

Evet, maddenin dar çıkmazına kendisini teslim eden insan, fıtratın eğilim gösterdiği ve ihtiyacı olduğu asıl gayeyi çoğu kez unutmaktadır.

Seküler/modern medeniyetin materyalist müntesipleri olan birey ve toplumlar, her fırsatta ruhun asıl gıdası olan değerleri perdeleyip, haz/lezzet/zevk gibi ânlık hisler ile kendilerini uyuşturmaktadırlar. Kendileri için imar ettikleri değer yargılarının her biri, adeta afyon vazifesi görmektedir. Müellif, maddenin dar çıkmazından kurtulmanın çözümünü şöyle belirtmektedir; ‘’Tağutun her çeşidini iman yurdunda ALLAH’a kurban etmek…’’

Mezkur eserden bazı iktibaslar yapalım:

‘’ BEN SENDEN GELDİM

İlahi! Seni biliyorsun ki, ben tacir değilim. Aşk ile ticaret yapmayı da küfür sayarım. Kalbimin fıtri arzusu olan ibadetine karşılık ta ücret istemiyorum. Huzurunda durup ticaret hayallerini kurmaktan utanırım. Ben kendimi bir şey saymıyorum ki, seninle neyin hesabını yapayım, kale alınayım. Ben senden geldim, bana ait hiçbir şeyim yok ki; seninle yapılacak bir muamelede ibraz edeyim. Her ne varsa sendendir.’’

‘’Ben manayım, ben aşkım, ben muhabbetim, ben fedakârlığım, ben güzelliğim, ben özüm, ben kederim, ben acıyım, ben insanlığın trajik tarihinin boy aynasıyım. Ben ebedi tekâmülün elçisiyim… Ve ben, Allah’ın halifesiyim.’’

‘’ İlahi! Bana fakr nimetini ver. Beni aşk ateşinde yak ve yalnızlık âleminde kendine ya-kınlaştır. Öyle bir fakr ki; eğer yer ve gök bana verilse, eğer güneş bir elime ayda diğer elime konulsa, eğer kâinatın tüm servetleri payıma düşse, nazarımda kıymetsiz olsun… Eğer yıldızlarda ve gezegenlerde dolaşsam bile fıtri olan tevazuumdan bir zerre bile eksilmesin…

Hiçbir şeye muhtaç olmamayı, derviş gibi fakir olmayı ve hiçbir şeyin eksikliğini his-setmemeyi istiyorum.’’

‘’Benim muzdarip ve huzursuz kalbim, senin mutmain ve huzurlu kalbine feda olsun.

Benim aciz ve güzellik tutkunu olan ruhum, senin ilahi ve güçlü olan ruhuna feda olsun.

Sevmek ve kaçmak bir arada… bu nasıl bir kargaşa. İşte aşkın feryadı buradadır.

Nirvanaya ulaşmak ve volkan gibi yanıp tutuşmak bir arada…

Sen benim kalbimde olduğun halde ben senden kaçıyorum…

Senden kaçmak istediğim halde gene de sana sığınıyorum!…

Sen aklın Rabbi… Bense deliyim, deli…’’

‘’Haykırışım yıldırım gibi dünyayı sarsıyor.

Kalbimin ateşi yanardağ gibi dünyayı yakıyor.

Gökler hayal kuşumun kanatları altında…

Feryadım, yüce ve muhkem dağları un ufak ediyor.

Lakin bu küçük, zayıf ve tecrübesiz olan beşer, nasıl oluyor da alemin var oluş kaynağı olmuş…

O; kendine ait olan her şeyi unutup Hakk’ın kelimesi oldu ve Allah’a kul oldu…’’

 

‘’Allah insanı yarattı.

Ki kendi yaratıcısını tanısın.

Güzelliğine âşık olsun.

Celal ve azameti karşısında titresin.

Soğuk ve sert toprağı aşk ateşiyle ısıtsın.

Kendi isteğiyle aşkın kurbangahına koşsun.

Aşkın yakıcı acılarından derin lezzetler alsın.

Saadeti şahadet ve yanmada bilsin.

Aşk ateşiyle yaşasın.

Güzelliğe, hakikate ve nura bağlansın.

Acıyı anlasın.

Kederi mukaddes bilsin.

Güneşin batışının büyüleyici güzelliği karşısında, varlığının özü olan gözyaşlarını takdim etsin.

Gezegenlerin büyüleyici fısıldayışını ve yıldızların göz kırpışını soğuk ve karanlık gece-lerde anlasın.

Deryanın dalgaları kalbinin derinliğinde titresin.

Kabaran hislerini dalgalarla sonsuzluğa götürsün.

Yüce göğün azameti ruhunu miraca çıkarsın.

Mum alevinin titreyişi ruhunu dalgalandırsın.

Çocukların masumane gülüşleri hislerini canlandırsın.

Merhametli annenin busesi kalbini eritsin.

Semadaki yetimin gözyaşı yüreğini titresin.

Dertli mazlumun feryadı içini yaksın.’’

DİPNOT: Yazımızda ele aldığımız eser ile birlikte DR. Çamran’ın, psikolojik, felsefik ve sosyal konuları içeren 4 konuşmalık ‘’İNSAN VE ALLAH’’ isimli eserini de değerli okuyucularımıza tavsiye ediyoruz.

 

 

Paylaş: