Medeniyetler neden savaşamıyor?

Hasan KAYA

“Soğuk savaş sonrası dönemde artık insanlar “ben kimim” sorusunun cevabına göre safları belirleyecek, akabinde medeniyetler çatışması başlayacak” diyor Samuel Huntington.

    Dönemsel olarak baktığımızda emperyalist batının fikri ve işlevsel anlamda ilerlemeleri, aydınlanma benzeri hareketler ile görüş açılarını geliştirmeleri, bilim ve fende çalıntıların üzerine ziyadesiyle ekleme yaparak sanayi ve teknolojide devrimler gerçekleştirmeleri; bunun karşısında İslam topraklarında halkın ve idarecilerin dünyadan el ayak çekmeleri, tembellik yarışına girişmeleri, rüşvetin yaygınlaşması, idarede gevşeklik, tali konularda ziyadesiyle kafa yorulması,  ehil olmayanların rütbelerde yer edinmeleri, zevk sefa âlemlerinin hayat işleyişinde yer edinmesi. Bütün bunlar zamanla İslam toplumlarında bir eziklik duygusunu beraberinde getirmiş, “artık bittik, dünya bizim işimiz değil” gibisinden her şeyle bağlarını kesmelerine sebep durumlara sürüklemiştir. Aynı zamanda batı da ise büyüklük duygularının kabarmasına, kendilerini dünyanın hâkimi sanmalarına, kazandıkları ekonomik güç ile projeler kurup uygulamaya koymak için hiç bir şeyden çekinmemeye itmiştir. 

   Dünya üzerinde hâkimiyet kurma, insanları kendi emirleri ve istekleri doğrultusunda yönlendirme, kazançlarını katlama, kar oranlarını hesapsızlaştırma arayışları batıyı farklı yollara itmiştir. Kendini dünyanın jandarması sanan batı istediği yerden istediği şeyi almak için bazen keyfini bazen de kendini yönlendirecek durumları bekliyordu. Farklı coğrafyalarda hâkimiyet kurmak için dünya savaşları çıkarıldı. Hezimete uğradığı yerlerde anlaşma masalarında kesenin ağzını açarak, karşısındaki insanlara gelecek vaat ederek, kendilerine despotluk tesis etmek suretiyle kazançlı çıkmayı başarmıştır.

   Savaş meydanlarında kaybetmesi birkaç dolarla ifade edilebilecekken; barış masalarında bin hatta milyon dolarlar kazanmıştır. 

    Batı bir yanda yönetim kadrolarını ele geçirip kendi istekleri doğrultusunda politika çizdirirken, diğer yanda bol harçlıklı gerek kendi vatandaşı ajanlar, gerek dönmeler gerekse de vatan haini kişilerle,  toplumsal mühendislik faaliyetleri yürütmüş, toplumlar çökertilmiş, artık verimsiz ve olaylara karşı kayıtsız kalmaları sağlanmıştır.

  Bu hal üzeri devam eden dünyada söndürülmeye çalışılan, ilk insanın yaratılışından bu yana önüne barikatlar konulmaya çalışılan lakin karşısında bir türlü başarı sağlanamayan Hak nurunun, hilafet makamında şereflice yaşamaya çalışan insanların dünya üzerindeki varlığı, bir yerlerde Hira’larından dışarı çıkan insanların fakir, köle,  zengin, soylu, işçi, patron demeden gerçek özgürlüğü tattırdıkları insanlarla yeniden Bedirleri, Hayberleri yaşatabilme korkularına karşılık yeni eylem planlarını ortaya koydular.

   Atalarının tohumlarını ektiği İslam toplumlarındaki fitne hareketlerini kullandılar. Geliştirdiler. İçinden yeni oyuncuların çıkabileceği, vekil eylemcili yenilikler çıkardılar. 

  Bazı denemeler gerçekleştirdiler. Kendilerinden olanları müslümanların üzerine saldırtmakla. Başarısızlık tek kârları oldu. Hezimet sonuçları.  Dedelerini iyi tanıyorlardı. Tabi Muhammed’i (sav) de. Karşı karşıya gelmenin neyle sonuçlanacağını iyi kestirebiliyorlardı.

   İhraca başladılar, kendilerinden İslam topraklarına.  Hiççilik geldi, çiftçilik geldi,  eskiyi yok sayma geldi, her şeyi yok sayma geldi. Derken henüz tam uyanamamış bir toplum afyona boğuldu. Kendine gelemez hale geldi. Kimi kimseyi kabul etmedi, kimi bütünden parçaları reddetti, kimi her şeyi ret. Bu hengâmede bir avuç insanda hakikatlerin yok olmasını engellemek için her şeyi yaptı, bedeller ödedi.

   Batı güçlendi. Sermayesi kâra doymak bilmedi. Katliamlara imza attı. Vahşetlere destek verdi. Ya vurdu, ya da vurdurdu. Karşısında bir güç bulamadı. Kimseden ses çıkmadı. Mağdur edip mağdur edebiyatını en iyi yapan da onlardı.

  Bombardıman yapan uçaklar ya onlarındı, ya da satın aldıkları adamlarının. Katliam yapan ya batıydı, ya da batıdan vekâlet almış kiralık beyinli insanlar. Hep birbirine vurduruyordu; coğrafyanın çocuklarını.

  Bir türlü uyanış gerçekleştirilemiyordu coğrafyada.  Güçlendikçe canavarlaşan bir taraf karşısında sadece bedduayla yetinen, diğer gün vurdumduymazlığıyla hayatına ezilmişlik duygularıyla, mazlumane yaşamayı içselleştirmiş bir topluluk. Bir ümmet.

   Oysa tarihte tekerrürü vardı bugünün. Asırlar öncesinde ebrehe de kendini kaybetmişti. Hazinesinin dolmasına engel olan Kâbe’yi yıkmayı planlamıştı. Tüm gücünü toplamış ihtişamıyla harekete geçmişti. Evvelinde Abdulmutalip’in develerine el koymuş lakin Abdulmutalip develerini almak için girişimde bulunmuş ve almıştı. Akabinde Allah’a savaş açma gafletinde bulunan ebrehe Ebabillerin taşlarıyla bozguna uğramıştı. 

   Peki, neydi Ebabilleri gayrete getiren?

Abdulmutalip’in kendi üzerine düşeni yapması, geri kalan işi Allah'a bırakması değil miydi?

   Bugün yeryüzünde tarihin devam edegeldiği hak batıl mücadelesi son sürat devam ediyor. Medeniyetlerin savaşı bitmek bilmez şekilde devam ediyor.

   Yalnız bugün bir durum söz konusu! Hak batıl mücadelesinde; batıl tarafta olanlar durmaksızın her alanda çalışmaya devam ediyor. Kandan imparatorluklar kurmuşlar. Hak tarafında olanlar ise gözleri göklerde Ebabillerin teşrifini bekliyorlar; üzerlerine düşen hiç bir sorumluluğu yerine getirmeden.

  Bir savaş yürütülüyor. Hem hak batıl arasında hem de hak taraftarlarının kendi aralarında. Fırsat buldukça suyu bulandıran batıl da dünyanın kaymağını götürüyor.

    Medeniyetlerin -hak ve batılın- gerçek manada mücadelesi batılın fitne ve fesadından kendini soyutlayabilecek bir hak taraftarlarının görev ve sorumluluklarının bilincine varmalarıyla olur. Başka türlü su bulanıklaşıp, bir yerden sonra çamurlaşacaktır. Savaş kaçınılmazdır. Hak ve batıl şeytana verilen müddet sona erene kadar devam edecektir.

   Savaş ilk insanla başladı. Saflar kimin tarafında olduğuna karar verenler tarafından gerçekleştirilebilir. Bugün ise türlü hileler ile Hak taraftarlarında oluşturulan iç karışıklıklar batıl ile gereken mücadelenin sağlanmasına engel oluyor. Batılı tam olarak tanıyamıyoruz. Birbirimizi vurmaktan vazgeçmediğimiz sürece de batılla mücadele edemeyeceğiz!

 Bir de önemli sorun da kimlik ve taraf belirlemede! Biz kimiz? Kimin tarafındayız? Amacımız? Hedefimiz?  Cevaplandırılması gereken cevapsız kalan çok soru var!

Bu mücadele istesek de istemesek de gerçekleşiyor. Bize düşen Hak taraftarları olarak derinden sağlam bir uyanış,  görev ve sorumluluklarımızın bilincinde batıl ile her türlü mücadeleye hazır olabilmektir.

Selametle...

Paylaş: