43,6193
38,5383
4.016,84
Bir çocuk düşünün… 17 yaşında, 152 suç dosyasına sahip. Tam 149 yıl 200 ay 705 gün hapis cezasına çarptırılmış. Hukuken hâlâ çocuk. Ama bu “çocuk”, nasıl oluyor da suçtan bir kimlik, bir hayat inşa ediyor? İşte burada durup sormamız gerekiyor: Gençlik nerede başlar, nerede biter?
Türkiye’de gençlik artık adliyede başlıyor, mezarda bitiyor. Okul koridorlarında zorbalığa uğrayan çocuklar, mahalle köşelerinde çetelere sığınıyor. Cinsel istismar, uyuşturucu, şiddet… Ve devlet? Sadece seyrediyor. Kanun önünde “korunması gereken” ilan edilen çocuklar, sistemin boşluklarında yok oluyor. Çünkü bu sistem, Batı’dan ithal edilmiş bir çürümenin çarpık yansımasından ibaret.
Batı’yı Taklit Eden Bir Devletin Çocukları
Bugün içine düştüğümüz bu karanlık, sadece bireysel tercihlerle, aile içi sorunlarla açıklanamaz. Bu, topyekûn bir çöküşün hikâyesi. Cumhuriyet'in ilk günlerinden itibaren, “medeniyet” maskesiyle bu topraklara zorla giydirilen Batı tipi yaşam biçimi, nesillerimizi yozlaştırdı. O inkılaplar var ya hani, şapkayı başa koyduk diye medenileştiğimizi sandığımız, Latin harflerini alınca ilim irfan sahibi olacağımızı düşündüğümüz o yapay reformlar… Hepsi bu milletin ruhuna vurulmuş kelepçelerdir.
Bugün geldiğimiz noktada, Fransız aklıyla yazılmış ceza kanunları, Amerikan dizileriyle büyüyen bir kuşak ve Alman disipliniyle işleyen bir okul sistemi var. Ama Türkiye'de çocuğunun ruhu yok. Kimliği yok. Sahip çıkan yok.
Ahlaksızlığı “özgürlük” diye pazarlayan sistem
Çocukların bugün en büyük öğretmeni TikTok. En büyük değer yargısı Netflix. Dizilerdeki gangster karakterler rol model; şiddet bir ifade biçimi, cinsellik bir özgürlük. Devlet ise yalnızca RTÜK eliyle “küfür içerir” uyarısı yapıyor. Bu muydu koruma?
Bir çocuk, sosyal medyada gördüğü bir “challenge” uğruna hayatını kaybediyorsa, artık mesele sansür değil, varoluş meselesidir. Aileyi yıkan, merhameti aşağılayan, kutsalı küçümseyen bir medya düzenine “özgürlük” adına göz yuman bir devlet, evlatlarının celladıdır.
Devletin asli görevi: Kendi evladını korumak
Bugün artık mesele sadece çocukları yargılamak değil, onları yetiştiren iklimi yargılamaktır. Her okulda psikolojik destek birimi olmalı. Her mahallede sosyal hizmet merkezleri kurulmalı. Ama önce o “Batı tipi birey” masalını çöpe atmalıyız.
Çünkü bu topraklarda gençliğin tanımı Batı’ya benzeyince, ruhu da Batı’ya benziyor. Yani boş, kimliksiz, köksüz. Sözde modernleşme adına çocuklarımızı kendi medeniyetimizden kopardık. Şimdi sokaklara düşen, suça karışan, umudunu kaybeden o çocuklar, aslında bizim kurban ettiğimiz geleceğimizdir.
Ya zihniyet değişecek ya da kaybedeceğiz
Çözüm ne şapka devriminde, ne harf inkılabında, ne de Batı’dan ithal edilen kanunlarda. Çözüm, bu millete yeniden kendini hatırlatmakta. Empati, merhamet, dayanışma… Bizim kaybettiğimiz değerler bunlardı. Modernleşme adı altında yüzümüze vurulan Batılı tokatla, kendi çocuklarımıza sırt çevirdik.
Devlet artık karar vermeli: ya bu düzeni izlemeye devam edecek ya da kendi evladının elinden tutacak. Ve şunu unutmayalım: 18 yaşına giren bir çocuğun değişen tek şeyi kimlik kartıdır. Ama biz, onun yüreğine kaç yaşında dokunabildik?
Eğer dokunamazsak… O çocuk yarın celladımız olacak. Ve bu devlet, kendi kurbanlarına suçlu diyecek.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "çerez politikasını" inceleyebilirsiniz.