43,6193
38,5383
4.016,84
Hasan Hoca ile zaman zaman yazışıyoruz. Yazdıkları, doğrudan nasihat değil; daha çok bir pencere aralıyor. O pencereden bakınca insan, kendi zihin haritasını yeniden çizmek zorunda kalıyor. Dili sert değil ama sarsıcı. Soruları yüksek sesle sormaz, ama bir cümlesi gün boyu zihninizde dönüp durur.
Resmî görevleriyle tanırsınız belki: HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcılığı, istişare kurul üyeliği, eğitim işleriyle ilgili sorumluluklar… Ama asıl mesele, onun resmi kimliğinde değil. O, düşüncelerinden dolayı yıllarını mahpuslukta geçirmiş, ama o fikirleri hiç esir düşmemiş bir adam. Bulunduğu her yere, hakikatin çıplak gerçeğini taşıyan biri.
Hasan Hoca ile yazışmalarımız bazen umreden, bazen bir tarikattan, bazen tarihten açılıyor. Ama fark ediyorum ki, o geçmişi sadece anlatmak için değil, bugünü hatırlatmak için kullanıyor. Nostaljiyi bir sığınak değil, bir ayna gibi tutuyor insanın önüne. Ve o aynaya her baktığınızda, bugünün kararttığı yüzleri görüyorsunuz.
Zihinleri oyalayan hikâyelerle avutulmamızın bizi ne kadar derin bir uykuya sürüklediğini gösteriyor. “Yeryüzü zulümle kavrulurken, hâlâ saatlerce tarikat iç meselelerini konuşuyorsak, bu sadece bir kopukluk değil; bir körlüktür,” diyor satır aralarında. Çünkü ona göre İslam, hayatın kenarında süzülen bir söylem değil, hayatın tam göbeğine yerleşmesi gereken bir hakikat.
Yıllardır tarihle teselli bulduk. Endülüs, Selçuklu, Osmanlı… Hikâyeleri güzel ama doyurmuyor. Ne bugünün aç çocuğuna, ne de işsiz gencin umutsuzluğuna merhem oluyorlar. Hasan Hoca’nın cümleleri bu noktada tokat gibi iniyor zihne: “Tarihle övünmek güzeldir, ama o övünç bugünü iyileştirmiyorsa, bu geçmiş sevdası sadece bir kaçıştır.”
Bugünün sancısı, geçmişin ihtişamıyla avutulamayacak kadar derin. Artık bilgi değil, eylem zamanı. Aç bir çocuğun karşısında hangi sohbet değerlidir? İşsizliğe, yoksulluğa, adaletsizliğe karşı hangi ayet sadece okunarak çözüm olur? Elbette ayetler kutsaldır. Ama kutsiyet, onları sadece duvarda asmakta değil; hayatın orta yerine yerleştirmektedir.
“İyilik ve takva üzere yardımlaşın.” (Maide 5:2)
Bu bir süs değil, bir çağrıdır. Duyulmak değil, yaşanmak içindir.
Tarikatlar, medreseler, dergâhlar… Hepsi birer miras. Ama bugünkü halleriyle bu yapılar topluma ne katıyor? Ritüellerin ötesine geçip gerçek hayata temas edebiliyorlar mı? Hasan Hoca bu soruyu doğrudan sormaz. Ama satır aralarıyla sorunun etrafında yürür ve sizi ortasına çekiverir. “Eğer nefis terbiyesi yaparken komşusu aç yatanı görmüyorsa insan, o terbiyenin adı tasavvuf olur mu gerçekten?” diye düşünmeden edemiyor insan.
Çünkü gerçek ibadet, bireyi dönüştürmekle kalmaz; toplumda da bir iz bırakır. Dönüşüm sadece içsel kalıyorsa, eksiktir. Bugün Müslümanların en büyük açmazı da burada: Söylemimiz çok, eylemimiz az. Ayetleri biliyoruz ama sokakta yankısı yok.
Kur’an diyor ki:
“İman edenler ve salih amel işleyenler...” (Bakara 2:25)
İman tek başına değil. Yanına hemen eylem konmuş. Çünkü dilde kalan iman, hayatta karşılık bulmuyorsa, eksiktir.
Hasan Hoca bir keresinde yazışmamızda şöyle sormuştu, dostça ama sarsıcı bir şekilde:
“Peki, bütün bunların bugüne ne faydası var?”
Bu soru, cevabını geçmişte değil; bugünün acılarında arıyor.
Belki de asıl ibadet, o cevabı ararken atılan ilk adımdır.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "çerez politikasını" inceleyebilirsiniz.