Euro

43,6193

Dolar

38,5383

Altın

4.016,84

  • Ekleme: 27.04.2025 13:05 Güncelleme: 27.04.2025 13:05

Zenginliğin Çölünde Susuz Kalan Çocuklar – I

Altın Kafeslerde Büyüyen Sessizlik

 

Dışarıdan bakınca her şey ışıltılı: Mermerlerin soğuk parıltısıyla döşenmiş villalar, kapısı şoförle açılan arabalar, broşürlerde “dünya vatandaşı” yetiştirdiğini iddia eden özel okullar… Fakat bu altın kafeslerin içinde, çocukların ruhu sessizce susuzluktan kırılıyor. Çünkü insan yalnızca midede değil, kalpte de açlıktan ölebilir.

Baba, evin içinde bir hayalet. Sabah kapıdan çıkarken çocuğun odasına uğramayan, akşam döndüğünde nasihat edecek vakti olmayan bir gölge. Onun sevgisi, çocuğa “ay sonu görüşürüz” diye imzalanan çeklerle ödeniyor. Anne ise, duyguları marka çantalara hapsolmuş bir muhasebeci: Çocuğun gözyaşlarını “doktor randevusu”na, öfkesini “terapist ücreti”ne dönüştürüyor. Çocuk, bu evin vitrininde sergilenen porselen bir heykel: Parlak, kırılgan ve dokunulmaz.

Bu çocuklar, ailelerinin “başarı müzesi”nde sergilenen birer antika gibi. Babalarının adını taşıyan okul koridorlarında, kendi isimlerini arıyorlar. Sırtlarında, ailenin servetinin diktiği bir kefenle yürüyorlar: “Büyüyünce şirketi sen devralacaksın” cümlesi, bir mirastan çok prangaya dönüşüyor. Her adımları, babalarının dev ayak izlerine basmamak için titriyor. Okul birincisi olurlarsa “zaten senden beklenen bu”, olmazlarsa “ailede ilk kaybeden sen olacaksın” deniyor. Ve bu müzede, çocuğun kendi hikâyesine yer yok.

Paranın en acı çıkmazı, her kapıyı açarken insanın kendi kapısını kilitlemesi. Çocuk, marka ayakkabılarıyla dünyayı dolaşıyor ama kendi odasında kayboluyor. İstediği her oyuncağa sahip, fakat “oynamayı” unutmuş. Psikolog raporlarına “anksiyete” yazılıyor ama gerçek teşhis daha derinde: Varoluşunun anlamı, ailesinin banka hesabına kurban edilmiş. “Neden ders çalışayım? Babam okulu satın alır… Neden üzüleyim? Annem mutluluğu sipariş eder.” Hayat, ona bir katalogdan seçim yaptırıyor: Hepsine sahipsin, hiçbirini istemiyorsun.

Baba ise bu trajedinin baş mimarı. Onun gözünde çocuk bir “proje”. Başarısızlık, aile armasının üstüne düşen bir leke. Disiplin, sevginin yerine geçiyor: “Ben senin yaşındayken…” diye başlayan cümleler, çocuğun omzuna birer taş yığını gibi çöküyor. Bu ilişki zamanla bir yangına dönüşüyor. Çocuk, babasının koltuğuna oturmak için değil, onun portresini yakmak için büyüyor.

Peki neden kayboluyor bu çocuklar? Belki de kaybolmaları için her şey mükemmel hazırlanmış. Aile, onları altın bir labirentin içine koymuş: Her duvar parlak, her köşe hesap kitap… Ama çocuk, çıkış yolunu değil, kendi sesinin yankısını arıyor. Okul, terapi, özel dersler… Hepsi bu labirentin çıkmaz sokakları. Ve en acısı, bu kayboluş kimseyi şaşırtmıyor. Çünkü sistem, zenginliği bir “lütuf” değil, bir “lanet” olarak kodlamış: Her nesil, bir öncekinin gölgesinde soluyor.

Belki de gerçek zenginlik, çocuğun odasına girerken kapıyı tıklatmakta… Ya da ona “seni seviyorum” derken cüzdanı değil, gözlerinin içini açmakta.

Bir sonraki yazımızda bu çocukların başarıya kodlanmış yaşamlarını, "başarı müzesi"ne çevrilmiş kimliklerini ve kendi hikâyelerini nasıl kaybettiklerini konuşacağız.

Kalın sağlıcakla.!

Yazarın Diğer Yazıları
Günün Yazıları

Çerez Politikası

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "çerez politikasını" inceleyebilirsiniz.