43,6193
38,5383
4.016,84
Başarı Müzesindeki Çocuklar
Bazı çocuklar oyuncaklarla değil, takdir belgeleriyle büyür. O belgeler çerçevelenir, salondaki duvara asılır. Her gelen misafire gösterilir. Ama kimse o belgelere bakan çocuğun gözlerine bakmaz.
Zenginliğin sunduğu tüm imkânlar, bazı çocukların üstüne "başarı" adıyla kalın bir zırh giydiriyor. Ama bu zırh, onları korumuyor; onları görünmez kılıyor. Çünkü her ödül, her kupa, her birincilik, aslında o çocuğun duygularını, korkularını ve varlığını örten yeni bir perdeye dönüşüyor.
Bu evlerde çocuk, bir birey değil; bir "yatırım projesi" gibi görülüyor. "Kendine yatırım yap", "hayatını planla", "geleceğini garanti altına al"… Oysa çocukluk, planlanacak bir şey değildir. Çocukluk yaşanır. Hayal kurarak, düşüp kalkarak, bazen de sadece hiçbir şey yapmayarak…
Ama hayır. Bu çocuklar için takvim çoktan doldurulmuş: Sabah özel okul, öğleden sonra İngilizce, akşam piyano, hafta sonu yüzme, tenis, satranç… Eğlenmeye çalıştığında "vaktini boşa harcama" denir. Yorulduğunda "bu yaşta ne yorgunluğu" denir. Ve üzüldüğünde, hemen bir terapist bulunur. Çünkü duygular da kontrol edilmesi gereken birer performans verisidir artık.
Bu çocuklara "sınır" çizilmez ama "hedef" çizilir. Hayatları, başarı skalasında bir grafik gibi okunur: Notlar yükseliyorsa her şey yolundadır. Ama kimse o grafiğin ardındaki yorgun ruhu merak etmez.
Bir çocuk düşünün: Okul birincisi olmuş, yarışmalarda ödül almış, dört dil biliyor… Ama bir gün gelip "ben ne istiyorum?" diye sorduğunda, cevabı yok. Çünkü hiç kendisi için yaşamamış. Hep birilerinin onayı için, bir şey olmalıymış gibi yaşamış. Kendini kanıtlamakla meşgulken, kendini tanımaya fırsat bulamamış.
Aileler çocuklarına iyi bir gelecek bırakmak isterken, onlara ağır bir miras da bırakıyor: "Sen bizim gururumuzsun." Bu cümle, kulağa ne kadar güzel gelse de aslında büyük bir yük. Çünkü çocuğa, kendi mutluluğu için değil, başkalarının beklentisi için yaşaması söylenmiş oluyor.
Ve o çocuk bir gün büyüyor… Belki çok başarılı biri oluyor. Ama içten içe eksik. Ne kadar övülürse övülsün, hiçbir söz içini doldurmuyor. Çünkü içindeki boşluk, başkalarının alkışıyla değil, kendi sesiyle dolabilir.
Bu yazı dizisinin ilk bölümünde altın kafesleri konuştuk. Bu ikinci bölümde ise o kafesin içinde başarıya boğulmuş ama anlamdan yoksun çocukları gördük. Üçüncü ve son bölümde, bu çocukların içten içe yaşadığı kırılmayı, “aile geleneği” adıyla aktarılan travmaları ve kuşaktan kuşağa taşınan sevgisizliği konuşacağız inşallah.
Allah'a emanet olun
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "çerez politikasını" inceleyebilirsiniz.