Kalbin Akletmesi: İrfan ve Burhan

M.Furkan Aslan

Kalpleri yedi-i kudretinde bulunduran, evirip çeviren ve mutmain olmasını yalnızca kendisini zikr etmekle müsemma kılan Rabbimizin adıyla…


Bu fani dünya sahasında insan, çoğu kez salt maddi duygulara/hissiyatlar göre yaşamaktadır. Beşeri arzuları ve hevesatları, kendisine fikir olarak terakki ettirir. Günümüz madde eksenli beşeri medeniyetler, haz ve hız üzere kurulmuş olan yaşam modelleri ile her bakımdan insanı yormaktadır. İnsanın iki yönlü olduğu gerçeği, maddenin arkasında mâna bulunduğunun hakikati çoğu kez perdelenmektedir. Bu koşullar içerisinde yaşayan insan, kalbinin hallerine ve makamlarına, aklının istidat ve istidlaline hitap etmekte zorlanmaktadır. Atmosfere bırakılan bir top misali kendisini sonu gelmez ihtiraslara, hayallere ve isteklere teslim etmektedir. Bu noktada ise maddenin dar çıkmazına düşmesi ve seküler insan modelinin soğuk yüzü ile karşılaşması kaçınılmaz olmaktadır. Bundan ötürü kalplerimiz irfanın asaletine, akıllarımız da burhanın yakinine ihtiyaç duymaktadır.


Kalb, vahyin nüzul makamıdır; latife-i Rabbaniyenin ve ilahi nurların tecelligahıdır. Kur’an’ı Kerim, akletme, anlama yetisi, tefekkür etme gibi melekeleri, kalbe nispet etmiştir.  Yine muteber hadislerde, insan vücudunun tüm azasının esenlikte olmasının şartı, kalbin selamette olmasına bağlanmıştır.  Kur’an’da ve sahih hadislerde kalbin mahiyeti ve tarifi üzerinde değil, işlevleri ve nitelikleri üzerinde durulmuştur.

Rabbani ve Nebevi öğretide kalp kelimesi, insanın anlama, kavrama, düşünme ve şeylerin hakikatini bilme yönünü, başka bir ifadeyle insanı insan yapan ve diğer canlılardan ayıran temel niteliğini dile getirir. İnsanın idrak eden, bilen ve kavrayan tarafı olduğu için kalp ilahi hitaba muhataptır, yükümlü ve sorumludur. 


Akıl, Rabbimizin kalplerimize yerleştirdiği kavrayışlar bütünüdür. Kalplerde yer edinen bu mevhibe, bir cisim ya da insanın görebileceği bir duygu değildir. Akıl, bir temyiz gücüdür. İnsanı düzensizlik, fikirsizlik, şek ve şüpheden beri kılan İlahi keremdir. Kur’an’ı Kerim’e göre insanı insan yapan, onun her türlü eylemine anlam atfeden ve ilahi emirler karşısında insanın yükümlülük ve sorumluluk altına girmesini sağlayan akıldır. Akıl, bilgi elde etme gücüdür. Nitekim Kur’an’ı Kerim, yalnızca akledenlerin bilgi edinebileceğini buyurur.  İlahi vahiyde aklını kullanmayanlar tenkid edilmiş ve yerilmişlerdir.   Aynı zamanda Kur’an’ı Kerim; alemin, eşyanın, maddenin vs. yaratılan envai çeşit şeyin nizamını, sır ve hikmetini kitabında açıklamış, onları algılama üzerlerine tefekkür etme gücünü de akla havale etmiştir. 
Ontolojik yapısı gereği akıl, duyular aleminde algılanan sebep-sonuç ilişkisinin bilgisini elde etmeye yönelir. Soyut olmasına rağmen, somut delilleri öğrenmeye yöneliktir. Görünen varlıklar üzerinden bir bilgi elde etmek için düşünür. Nurani bir cevher olan akıl, ilahi hazinelerin somut gösterimlerini fark etme becerisine sahiptir. Manevi yönümüzün merkezi hükmünde olan kalbimiz ise kainatın hadsiz hakikatlerinin çekirdeğidir. Kalb, gayb alemine açılan bir pencere gibidir. Bu alem, nihayetsiz lütufların, sonsuz keremlerin menbaıdır. Kalbe vakıf olmak –vukûf’î kâlbi- suretiyle, bu Rabbani cilvelerden gelen melekuti duygular, insanda nurani bir şuura dönüşür. İnsan bu yönüyle maddenin dar, evhamlı ve mefhumsuz zindanından azade olup melekuti bilinci kavuşur.
İnsan, daimi bir arayış içerisindedir. Beşikten mezara sefer halindedir. Bu seferde, türlü türlü güzergahlara yönelim göstermektedir. İnsan farkında olsun veya olmasın daima bu arayışın içerisindedir. Çünkü insan, fıtraten mükerrem bir varlık olarak yaratılmıştır. Fıtrat mükerrem bir biçimde olduğundan, kendi ahvali ile mutabık olan hâllere eğilim göstermektedir. Bu eğilim, marifet nazarı ve idrak istidadı ile her bireyin temaşasında kendini belirtir. Melekut alemine yakınlık, Rabbani feyzlere ihtiyaç, Rahmanın latifelerine ünsiyet kurmak fıtratın kana kana yönelme istediği İlahi güzergahlardır. Fakat ne hazindir ki insan, bu yönelişler sırasında bazen istidraç edip hakikat kuyusunu kazmaya çalışırken batılın çukuruna düşmektedir.
İlahi mesajları ve Nebevi beyanatları kendisine lem’a edinen insan, şu hakikatin idrakine varmaktadır: Varlık âlemi, özü itibariyle boşluk kabul etmemektedir. Mantık dairesinde ifade etmek gerekirse, bir şeyin yokluğu demek, zıddı olan bir şeyin var olması anlamına gelmektedir. Misalen insan, olması gereken bir şeyi akıl dairesinde tespit edip kalp makamında onunla iştigal etmez ise, meyiller kendisini olmaması gerekene sevk edip kötü ve çirkin şeylere yöneltir. Yani eğer bir yerde iyilik yoksa, kötülük vardır. Bu durum, bilimsel anlamda da gerçekliğini ispat etmiştir. Fizikte şöyle bir kanun vardır: ‘’Madde; katı, sıvı ya da gaz hâlinde olmak üzere, boşluk bırakmaksızın doğayı kaplamaktadır.’’
Ezcümle insan, yaratılış mayasındaki toprağa benzemektedir. Toprak, boş kalması yani ekilmemesi halinde yabani otlara teslim olur. Üstelik toprağın verimliliğide düşmektedir. İnsan da aklını ve kalbini, iradesini ve vaktini boş bıraktığı takdirde dolaylı olarak lüzumsuz şeyler ile dolmasına sebebiyet vermektedir. Dolayısıyla insan tabiatı da boşluğu kabul etmemektedir. Erdemler, faziletler ve meziyetler ile kuşanmaması durumunda, dünyanın her türlü kirinin ve pasının içerisine sızması kaçınılmazdır.
Akıl ve kalplerde tesis edilen münevver hedefler ile insan, yaratılış gayesine uygun ve fıtratı ile uyumlu bir biçimde yol yürür. Kur’an’ın rehberliği, burhanın (aklın) yakini, ve irfanın asaleti ile emrolunduğu gibi dosdoğru bir istikamete yol alır. Böylece akıl ve kalp, bu daire içerisinde her türlü sekineti, saadeti ve refahı elde eder.‘’Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak rabbine dön,’’   müjdesinin muhatabı olur. 
Binaenaleyh, şu remiz bir hakikati sabitedir; Kur’an, Burhan (akıl) ve İrfan (kalp), tam bir uyum içerisindedir. Nitekim üçü de Rabbimiz tarafından insana armağan edilen hidayet kaynaklarıdır. Rabbimiz, bizleri üçünün de feyzinden, nurundan ve bereketinden mahrum kılmasın. Kalp gözlerimizi, azamet madenlerine ulaştırıp aklî istidatlarımızı kendi ihsanıyla ihata eylesin. 

 

Paylaş: